İş

Birkaç adam duvarlara bakıyor

Adamın adı Murat’tı. Belki başka bir şeydi ama o gürültülü ortamda aklımda kaldı Murat. Sayımız azdı ama ses çıkarmayı hak ettik. Murat şikayetini dile getirirken çaycı bir anda müdahale etti ve çaycı susmadan ‘biraz kafası karışan’ adam sohbetin ortasına atladı.

Adamın kafasının bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. El örgüsü kazak dikkatimi çekti. Kazak, yasaklı üç renkle tam anlamıyla ‘bana bak’ diyordu. “Sen tehlikeli bir arkadaşsın” dedim kazağını işaret ederek. Hiçbir şey söylemedi. Sessizliğiyle ses çıkaran adam bana doğru eğilip yavaşça “Başı biraz ağrıyor” dedi.

Tabii ki, biraz kafa karıştırıcı olan şeyin ne anlama geldiğini hemen anladım. Kendimi organize ettim ve saygıda başarısız olmamanın yollarını aradım. Diyarbakırlılar biraz sorunlu insanlarını sever ve onlara saygı duymayı da ihmal etmezler. Bir şehri güzel kılan şeylerden biri de, birkaç adım uzaktaki insanlarla uyum içinde yaşama kültürü ve becerisidir. Diyarbakır’ı da bu yüzden seviyorum.

Çay satıcısı biraz düşüncesiz. Kötü niyetten dolayı düşüncesiz değildir; adamın doğası böyledir. Bazen sevimli bile olabiliyor. “Çaya para vermiyorlar” derken aslında şikayetçi olmuyor, durum değerlendirmesi yapıyor, Suriçi’ndeki yoksulluğu dile getiriyor.

MURAT’IN SORUNLARINI DİNLEDİM

Murat biraz sabırsız. Sorununu anlatacak ama gürültü durmuyor. Bu arada en sonunda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştığını anlatıyor. Daha sonra biliyorsunuz belediyeye kayyum atanınca binlerce kişi gibi o da görevden alındı.

“Mahkemeye başvurdunuz mu?” Soruyorum. Hukuka aykırı bir şekilde işten çıkarılan bazı işçiler mahkemeyi kazanarak işlerine geri dönmeyi başardılar. Mahkeme kararıyla işe dönebilen bazı çalışanların kayyumluğu reddettikleri için emekli olduklarını da duyduk.
Murat’ın işleri biraz karmaşıktır. Ona göre davayı kazandı ama başka bahanelerle işe iade etmediler.

Murat, “Burada bekliyorum, vakit geçiriyorum” diyor. Umarım bir gün belediyelerin kayyumları sonsuza kadar gider. Bazen inşaatta iş varsa gider. İnşaatta ne iş yapıyorsa onu yapıyor. Ama hayat çok zordur. Hayatın ne kadar zor olduğunu “Markete gidemiyoruz” diyerek anlatıyor. Ankara’da çalışan bir oğlu var, onun desteği olmasa perişan olurlar.

Konut sorunu nereden çıktı hatırlamıyorum. Belki de Murat durup dururken “Evimi şimdi milyonlarca dolara satıyorlar” demiştir. Dil alışkanlığıyla milyarlar diyor, milyonlar anlıyorsunuz. Mesela Diyarbakır’da minibüs ücreti 14 lira değil 14 milyon.

Çatışma sırasında Suriçi’ndeki evini ‘birkaç kuruşa’ sattı. O ev şu anda milyarlarca dolara satılıyor. Neden sattın diye sorulduğunda, “Nasıl satmayayım? Evin önünde bombalar patlıyordu. Çocuklarımı kim orada bırakır?” o cevaplar.

Bir an durup duvarlara bakıyoruz. Çayımızdan bir yudum alıyoruz. Duvarlarla aramızdaki yolda geçen arabalara bakıyoruz. Yol çok gürültülü ama bence Murat’ın içindeki gürültü daha büyük.

KİTAPÇI OLMAK İSTEYEN BERBER

Çay satıcısı “İşte burada” diyor. Sessizliğe tahammülü olmayan bir sesle. Gelen Hüseyin Demirtaş. Çay ocağının komşusu olan berber. Soyadı hükümet açısından tehlike arz ediyor ama Hüseyin “Hayır” diyor, “Sayın Selahattin Demirtaş’la akrabalığımız yok.”

Hüseyin çayhanedeki herkesin aksine janti giymiştir. Hatta yeni nesil berberlerin neredeyse tamamı bu şekilde giyiniyor.
Hüseyin bıyıklarını tıpkı Hulusi Kentmen’inki gibi kıvırmış. Şapka da havalı ve ona yakışıyor.

Hüseyin gelir ama çayhanede oturmaya niyeti yoktur. Berber dükkânına, daha doğrusu yarı berber yarı kitapçıya geçiyoruz.
Hüseyin gelmeden önce kalfası bir çocuk müşterinin saçını tıraş ediyordu. Çocuğun annesi kapının girişindeki sandalyeye oturmuş sessizce tıraşı izliyordu. Ustabaşı işini bitirdi ve müşteri gitti. Dükkan pırıl pırıl temiz ve aynalarla donatılmış. Ancak mağazadaki aynaların önünde en azından benim için kitaplar dikkat çekiyor. Kitaplar küçük kitaplık ve tezgâhın üzerine düzenli bir şekilde yerleştirilmiştir. Lavabolardan birine kitaplar bile yerleştirilmişti. Yine sistematik olarak elbette.

Dini kitaplar, romanlar, dünya klasikleri… Yazarları o kadar çeşitli ki Hüseyin’in nasıl bir insan olduğunu tahmin etmek mümkün değil.
Hüseyin kitapçı olmayı hedefleyen bir berberdir. Hem yılların getirdiği alışkanlıktan hem de ‘kuaför’ konusunda hiçbir zaman rahat olamadığım için ‘berber’ diyorum. Hüseyin, beni düzeltmeye çalışmadan, alışkanlıktan dolayı kendine kuaför diyor.

PATRON OLMAK İYİ AMA İŞLER YAVAŞ

Hüseyin liseden sonra okumadı ama sürekli kitap okudu. Meslek hayatına lise yıllarında berber olarak başladı. Hem okudu hem çalıştı. Başka işlere girip çıktı ve kendi işinin işvereni olmaya çalışırken başarısız oldu. İşsizken ilk ustalarından biri aradı ve “Dükkânı kapatıyorum. İsterseniz işi size bırakabilirim” dedi. Yani sohbet ettiğimiz dükkân Hüseyin’e ustası tarafından miras kalmıştı.

Dükkan Turistik Cadde üzerindedir. Arabalar hızla geçip gidiyor ama yayalar nadiren dükkanın önünden geçiyor. Duvarları görmek isteyenler yolun karşı tarafından yürümeyi tercih ediyor. Yüz metre ötede kentsel dönüşüm sonrası yapılan konutlar artık boş. Bunları düşünerek “Müşteri var mı?” Hüseyin’e soruyorum. “Evet” diyor ama ses tonu memnuniyetsizliğini gösteriyor.

Hüseyin’e göre müşterileri cadde boyunca sıralanan esnaftır. Çay ocağı, lastikçi, tekelci, bir iki bakkal… Mahalleden tıraş olmaya gelenler var ama burası berber dükkanı için uygun bir yer değil. Belki çatışmalardan önce, insanlar mahalleden göç etmeden önce burası verimli bir yerdi. Ama şimdi sadece birkaç müşteriyle idare etmesi gerekiyor. Üstelik işvereni yoktu ve bu da dükkânı açması için yeterli sebepti.

OLABİLİR BİR BAŞARI HİKAYESİ

Hüseyin, “Argo konuşmayı sevmiyorum” diyor. Anladığım kadarıyla Hüseyin argo konuşan insanlardan pek hoşlanmıyor. Peki bölgedeki esnaf böyle mi? Bu ortamda argo ve küfür içermeyen cümleler kuran birine rastlamak mümkün değil. Bu nedenle Hüseyin’in işi oldukça zordur.
Berber dükkânına kitap koymasının sebeplerinden biri de argo konuşmayan insanları dükkâna çekmek ve onlarla kitaplar hakkında konuşmaktır. Elbette kitap satışlarından da para kazanmak istiyor. Hayali budur, Hüseyin de her işçi gibi kimseden yardım almadan alnının teriyle para kazanmayı, örneğin Melikahmet Caddesi’nde bir kitapçı açmayı amaçlamaktadır. Kim bilir belki Hüseyin bu hayalini gerçekleştirecek ve bir başarı öyküsü yazacaktır.

YUNUS EMRE VE TASAVVUF

Hüseyin şu sıralar tasavvufla ilgileniyor. En sevdiği tasavvuf şairi Yunus Emre’dir. Yunus söz konusu olduğunda dikkatli olunmalıdır. Böyle düşünüyorum ve Hüseyin’le aramızdaki mesafe azalıyor.

Hüseyin tasavvufla ilgileniyor ama deyim yerindeyse fanatik değil. Dinin ve dini bilgilerin siyasette kullanılmasına karşı, “Dindar değiller. Nasıl daha çok para kazanırız diye düşünüyorlar” diyor. Geçtiğimiz günlerde Gazze’deki zulmü protesto eden bir grup Starbucks’a saldırdı. Hüseyin onların bilgeliğini ve samimiyetini sorgular. Açıkça “Gazze’yle böyle bir dayanışma yok” diyor.
“Umarım hayalinizdeki kitapçıyı en kısa zamanda açarsınız” diyerek Hüseyin’e veda ediyoruz.

Dışarıda çay satıcısıyla buluşuyoruz. Çayın fiyatını sorduğumda yine “Ödemiyorlar” diyor. Ben ısrar edince adamın aslında çaya belirli bir fiyat koyamayacağını anlıyorum. Kimisi 2 buçuk, kimisi 3 lira ödüyor, kimisi deftere yazıyor. Surların dibinde oturup çay isteyenler yerli değil. Çay ocağı onlardan bir bardak çay için en az 5 lira alıyor.

Mahalleye girdiğinizde Turistik Cadde’nin gürültüsü geride kalıyor. İşte o zaman Hüseyin’den kitap almadığımı anlıyorum. Şimdi bir dahaki sefere…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu